Hasan Ersel, yılın son günlerinde yaşanan Güney Asya felaketinden yola çıkarak, Açık Gazete için bütün yıl ve tüm dünya için bir değerlendirme yaptı: "Finans piyasalarını bir anlamda dünyaya hakim olmuş, çökmüş olan bencilliğin somut olarak yansıdığı bir yer olarak görüyorum."
Ekonomi Notları – 121
Ömer Madra: Yılın son Ekonomi Notları programını yapıyoruz. Genel bir değerlendirme yapmak mümkün mü?
Hasan Ersel: Bir dünyaya bir de Türkiye'ye bakalım, teknik anlamda değil de kabaca neler oldu? Dünyaya baktığım zaman dünyada işbirliği ortamının pek gelişmediği, hatta belki tersine gittiği bir yıl geçirdik gibi geliyor. Ülkeler arası işbirliğini kastediyorum. Gergin bir yıldı. Çatışmayan ülkelere bakalım. Avrupa ile Amerika arasında bir gerginlik var. Bu bir çok şeye yansıdı. Evet bu ülkeler arasında gözle görülen bir çatışma çıkmadı ( beklenmezdi de) ama işbirliğinde de duraklama oldu, tüm yıl boyu. Bu nereye gider, bundan sonra bu iş düzelir mi düzelmez mi belli değil. Başka yerlerde de çatışmalar hep devam etti. En yakınımızda Irak bir facia halini aldı. Ama bu tek örnek değil. Dünyanın kalan yerlerinde de pek bir yakınlaşma olmadı. Gerek iç çatışmalar, gerekse ülkeler arasındaki gerginlikler hep sürdü gitti. Ufak tefek yaklaşma deneyimleri oldu (Hindistan'la Pakistan arasındaki gibi) ama onların da ne kadar gideceğini bilmiyoruz.
Dünya gerginliğini korudu. Rusya da bu gerginlik içerisinde olan bir ülke olarak ortaya çıktı. Onun da Avrupa ile olan ilişkileri biraz daha gerginleşti, Amerika ile olan ilişkilerinde gerginlik var. Konuşmaların tonu değişti. Dünyada gelişmelerden, gönençten söz edilirken, birdenbire dönüldü "benim daha iyi silahlarım var" oldu.
ÖM: "Kimsenin yapamayacağı kadar müthiş silahlar geliştirdim" söylemi çok ağır ve acayip bir laf olarak aklımızda kalacak.
HE: Bunun korkutucu yansımalarından bir tanesi bu hafta yaşanan Güney Asya felaketi. Buradaki ülkelerin çok zengin olmadığı açık, fakat bu olayda yardım edilebilecek bir erken uyarı sisteminin Hindistan için olan tahmini harcanması gereken miktar 27 milyon dolarmış.
ÖM: 27 milyon doları ödememek için bir sistem kurmamışlar.
HE: Hindistan Hava Kuvvetleri'nde kullanılan SUKHOI Su-30 tipi uçaklardan tanesi 35 milyon dolardan fazla. Tanesi!!! Bunların bir tanesi de çok fazla işe yaramaz. Ama o parayla insanların yaşamı kurtarılabilirdi. Bunları bir ülkeyi karalamak için söylemedim. Her ülke için bunu söyleyebilirim. Eğer dünyamızda işbirliği ortamı olsa, bu olay önlenemez demiyorum ama herhalde bir yararı olurdu...
ÖM: Enteresan bir nokta. 35 milyon doların ABD'nin de bütün yardım için ayırdığı paranın iki katına çıkarılmış hali olduğu ortaya çıktı bu tsunami yardımı için.
HE: Amerika'nın açıklamaları bir yüz kızarması olduğu hissini uyandırıyor. "Hemen gönderdiğimiz bu, arkadan gelecek" vs. gibi ne olduğu anlaşılamayan bir açıklama geldi... Açıkçası söylenen rakam felaketin büyüklüğü ile karşılaştırılınca biraz acayip; çok az.
ÖM: Üstelik de ilk açıklama bunun tam yarısıydı "17.5 milyon dolar ayırdım" demişti, tepki gelince hemen arttırdılar ama 4 gün gecikmeli zaten, taziye, vs. vaziyetleri de, çok tuhaf.
HE: O da tuhaf hakikaten.
ÖM: Yani tatillerini bozmadılar, birisi çiftliğinde, Blair de çok bir tatil beldesinde güneşleniyor, oradan yaptılar açıklamaları.
HE: Bir sakınca yok oradan yapmalarında. Ama daha önce de yapabilirlerdi. Öyle bir olay ki düşmanın olsa yaparsın... Üstelik bu ülkelerle fazla bir dertleri de yok. Orada da bir vurdumduymazlık oldu. Bazı olaylarda algılama sorunu oluyor, onu da kabul etmek lazım. Olayın bu kadar müthiş olduğunu algılamada hakikaten gecikildi. Rakamlar önceleri birkaç bin kişi gibiydi, birdenbire tırmandı. Ama yine de hassas olunması gereken bir konu tabii.
ÖM: Bir de bunca yıldır sismoloji, jeoloji alanında en gelişkin tekniklerini kullanan ülkelerin 9 büyüklüğünde bir depremin böyle bir şeye yol açacağını herhalde bilmesi gerekirdi.
HE: Tabii, orası tartışılması gereken bir olay. Şunu anlamak olanaklı: uzaydan askeri amaçla gözleyen uydular ya da başka türlü yapılan gözlemler böyle bir olayın ne anlama geldiğini yorumlayabilecek bilgi aktaramayabilirler. Ya da bu bilgileri okuyanlar olayın bu yönünü değerlendirebilecek donanıma sahip olmayabilirler. Yalnız bu olay ilk defa olmuyor. Şili depremi var Şiddeti 9.5 imiş. Bu Hawai'de büyük tahribat ve ölüme yol açmış, Japonya'ya ulaştığında da tahribata yol açmış.
ÖM: Şili'den Japonya'ya?
HE: Evet. Demek ki o zamanki deneyim herhalde uzmanlar tarafından kayda geçmiştir. Öte yandan bu bölgenin de netameli olduğu bilindiği için, burada böyle bir deprem olduğunda, insana öyle geliyor ki, laboratuarların hemen çok büyük bir olay olacak diye sinyal verebilmesi gerekirdi. Niye bütün sistem bu kadar gecikti, niye uyarılamadı, herhalde üzerinde düşünülmesi gerek. Sadece Hindistan'da bu aletin olup olmaması ile ilgili değil. Bu da bu konularda işbirliğinden ne kadar uzak olduğumuzu gösteriyor.
ÖM: HSBC'nin Başkan Yardımcısı'nın bir yazısı vardı Independent gazetesinde, onu dinleyicilerle paylaştık, finans dünyasının içinden gelen bir adamın "böylesine bir felaket karşısında dünya piyasalarının hiçbir tepki vermemesi de sürdürülebilir bir anlayış değildir" diye bir isyanı dile getiriyordu, bu da çok ilgimizi çekti.
HE: Ben, finans piyasalarını bir anlamda dünyaya hakim olmuş, çökmüş olan bencilliğin somut olarak yansıdığı bir yer olarak görüyorum. Yani oranın fazla kusuru olduğunu sanmıyorum.
"Orada onlar olurken biz burada işimize devam ederiz" deniyor. "Ben orada içkimi içerim" diyen de öyle. Bu davranış bundan 30-40 yıl önce Türkiye'de bir orman yangını sırasında civarımızda olan turistlerin hemen yangına sürdürmek için gayret göstermeye kalkmalarından çok farklı bir dünyayı çiziyor. Onlar da Fransız'dı yanılmıyorsam. Ben sonra öğrendim ki jandarma bu durumda herkesi yangın söndürme faaliyetine katılmaya zorlayabilirmiş. Ama onlar jandarmayı falan görmeden, "böyle bir olay var, tehlike var, hemen gidelim yardım edelim" diye düşündüler. Bugün insanların davranışında onu görmüyoruz. Eğer insanların davranışında bu derece bencillik varsa, devletler arası işbirliğini beklemek çok zor. Çünkü demokratik bir toplumu bile alsanız, o bencil insanların oylarıyla yaşayan iktidarlarla yönetiliyor. O insan kendisine hizmet edilmesini isteyecektir, böyle olunca da daha önce üzerinde durduğumuz küreselleşmenin insani boyutu da pek gerçekleşmeyecek demektir. O noktaya varabilmek için çok yolumuz var. O yol da galiba insanların düşünce biçimlerinin değişmesinden geçiyor.
ÖM: Hayata veda eden, çok önemli yazar ve aktivist Susan Sontag'ın bir sözü geliyor aklıma ister istemez, bu yazarlık konusunda yeni yaptığı, son yaptığı röportajlardan birinde söylüyor "herkes yazar olabilir, mesele o değil, bütün hayatım boyunca bana bir tek ilke yol gösterdi, biraz büyüdükten, dünyaya baktıktan sonra, o da dayanışma duygusu. Ben hep bunu ön planda tutmaya çalıştım bütün hayatım boyunca" diyor. Bu söz de insanı düşündürüyor tabii.
HE: Ne kadar haklı olduğunu da görüyoruz. Şu anda dayanışmanın hiç olmazsa zayıf olduğunu gördük bu olayla. Tabii bu dönüp dolaşıp küresel örgütlenme biçimimizin sorgulanmasına geliyor. Küresel kamusal malları ele alalım. Çevre sorunlarını düşünelim. Bu konuda bir anlaşmaya yapılamadı. Anlaşma olmadı derken, hiç çare aranmıyor demiyorum. Chigago Borsası'nda kirlilik kotalarının satıldığı bir pazar kurulmuş. Firmalar kirlilik kotalarının altında kaldıklarında fazlayı satabiliyorlar. Böylece kirliliği düşürmek onlar için de kârlı oluyor. Bu da onları kirliliği indirme yönünde özendiriyor. Dikkat ederseniz bu çok bireyci bir çözüm. Tabii aynı zamanda yerel de. Ama bir çözüm. Öte yandan bu konuda uluslararası işbirliği yapmaya gelince pek bir adım atılamadı. Diğer bir küresel kamusal malı düşünelim; Güvenlik... Bu konuda teröre karşı işbirliğinden söz ediliyor. Ama pek başka bir şey yok. Bir anlamda Güney Asya felaketi de bir güvenlik sorunu değil mi? Yüz bin kişinin yaşamını yitirmiş olabileceğinden söz ediliyor. Savaş gibi bir şey...
Akla bazı sorular geliyor: Örneğin Tayland'ın bir tane uçak gemisi var [Chakri Naruebet, daha önce bu gemi hakkında Açık Radyo'da bir kısa program yapmıştık]. Niye var? Bence iyice manasız bir nedenle var ama onu bir tarafa bıraksak bile böyle bir geminin ve personelinin, böyle bir durumda müdahale edebilecek şekilde donatılması ve hazırlanması gerekirdi. Geminin de hemen hareket edip olay yerine gitmesi gerekirdi. Çünkü üzerinde helikopter var, geminin tonajı büyük, hastane kurulabilir içine, vs.
Peki bu tür hazırlıklar yok mu? Var, NATO'da var filan ama uluslararası kullanıma hazır mı? Hayır değil. Belki Tayland gemiyi hareket ettirmiştir ama benim söylediğim daha geniş bir yaklaşım. Bu gemi yardım olanaklarını bir başka ülkeye de taşıyabilmeli, oraya da bu hizmeti verebilmeli. Bu her ülke için bir görev olarak kabul edilmeli. Bunlar olmuyor değil. Ama ya tesadüfen oluyor veya bazı yönetimlerin hatta kişilerin duyarlılığı ile oluyor. Hâlâ bu konuda bir küresel zorunluluk olduğu anlaşılmış değil. Böyle bakınca bizim küre açısından pek iyimser değilim.
ÖM: Özellikle çevre konusunun altını çizmen çok önemli görünüyor bana, çünkü ancak kolektif olarak halledilebilecek bir mesele, başka türlü mümkün değil bu. Ortak kamu malından bahsediyor, daha doğrusu hepimize hayat veren tek kaynaktan bahsediyoruz, mal demek çok yanlış oldu.
HE: İktisat anlamında ona mal diyebilirsin. Bu bir kamusal mal. Ama çok önemli bir mal. Bu dünyaca ortak olduğumuz bir şey ve bunun iyi kullanımı söz konusu. Bunun nasıl "iyi" kullanılacağının herkesin katılımıyla belirlenmesi gerekiyor. Yani "ben buraları kirletirim, benim iradem budur" demekle olmuyor, ya da olmamalı.
Daha önce üzerinde durduğumuz ILO'nun Küreselleşme Raporu bu konuda çalışmaların devam ettiğinin bir kanıtı. Ama gerçekleşene, alınan kararlara, uygulamalara bakınca 2004 yılı dünyada pek de öyle fazla işbirliğinin arttığı, bu yönde olumlu sinyallerin geldiği bir yıla benzemiyor.
ÖM: En temel özellik, ayırt edici özellik olarak bu çıkıyor ortaya dünyada.
HE: Türkiye açısından ise biz 2004 yılında AB olayı ile yattık, AB olayı ile kalktık. bu yılı öyle geçirdik. Bu gerekli miydi, yoksa bir toplumsal histeri miydi, basının abartması mıydı, çeşitli yorumları yapılabilir ama sonuç bu oldu. Bu işin üzerinde çok durduk. Bunun iyi tarafı var doğrusu. Başkaları ile daha yakın işbirliği yapmak için gereken bir ortama kendimizi hazırlamak açısından. Tabii vurgulamalar oldu, belli konular çok ön plana çıktı. Bu da belki normal. Sonucu da yılın sonlarına doğru Aralık ayının 17'sinde aldığımız için AB bütün yılımızı meşgul etti.
Ondan sonra da takıldığımız, bu çıkan metnin belli bölümleri oldu, Kıbrıs meselesi, serbest dolaşım gibi. Bunlar önemsizdir anlamında söylemiyorum ama olayın diğer yönlerine önem vermezsek 2005'te sorunlarla karşılaşabiliriz gibi geliyor. Biraz açayım:
Kıbrıs meselesinde Türkiye'de iki uçta yer alan iki iktidarı düşünelim. Bir tanesi Kıbrıs meselesinde direnmek istesin ötekisi ise Kıbrıs meselesinde taviz vermeden yana olsun. Bu iktidarlar arasında çok az fark olacaktır, Türkiye'de toplumun bu konuda beş aşağı beş yukarı bir görüşü var. Ufak farklılıklar var ama, sınırlar dar. Yani Kıbrıs'ta Türkiye'nin ne taviz vereceğinin alt sınırı da üst sınırı da bellidir ve birbirinden pek uzakta da değildir.
Buna karşılık diğer konular öyle değil. Diğer konularda görüşme süreci içerisinde nasıl gidilecek, önce hangi reformlar yapılacak, bu reformlardan dolayı kim zarara uğrayacak, kim kârlı çıkacak. Zarara uğrayanların zararı tazmin edilebilecek mi? Edilmeli mi? (Reformdan mı zarara uğradı, başka şeyden mi?) Bu konular ise bizim kendi aramızda ciddi fikir ayrılıklarına düşeceğimiz konular. AB'ye katılma süreci içerisinde bulunan ülkelerde en büyük tartışmalar, en büyük çekişmeler buralarda çıktı, bizde de çıkacak. Onun için bu dönemi böyle geçirmiş olmamız bile bence kayıp ama önümüzdeki dönemde bunun ötesine geçmek gerekli. 2005'deki gündemimiz bunu olabildiğince akıllı bir yola sokmak. Bu da bir yığın teknik çalışmayı gerektiriyor. Böyle söyleyerek insanlar arasındaki çıkar farklılığının üstesinden teknik çalışma ile gelinir demek istemiyorum. Kimse, "ben teknik çalışma yaptım, o yüzden senin gelirin düşecek" denildiği zaman, "Aaa, çok memnun oldum, iyi ki öyle yaptın" demez. Ama bu çalışmaların yapılması nerelerde bu tür sorunlarla karşılaşabileceğimizi gösterir.
Belki biraz abartıyorum ama geçen seneyi bu sorunu ele almak açısından pek iyi kullanmadık. Müzakere sürecinin iktisadi toplumsal boyutları, içeride yaratacağı sorunlar üzerinde düşünmedik. Buna da belki 2004'de Türkiye'nin ekonomik bakımdan bir rahatlama dönemi geçirmesi yol açtı. Türkiye ekonomisi 2004'te büyüdü. Bu iyi midir, kötü müdür diye tartıştık ama büyüdüğü açık. Bu rahatlama da iktisadi durumu bir süre için birincil sorun olmaktan çıkmasına yol açtı. Toplum bu konuyu, kriz sıkıntısından sonra bir süre konuşmak istemedi galiba. Ama önümüzdeki yıl da böyle düşünürsek çok büyük sorunlarla karşılaşırız daha sonra.
ÖM: Genel olarak istikrara biraz daha gidiş yönünde bir hava hakimdi fakat bu başka bir rehaveti de beraberinde getirmesi ihtimalini kuvvetlendiriyor herhalde?
HE: Ondan korkuyorum. İnşallah öyle olmaz.
(30 Aralık 2004 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)